Zalim Hükümdarın Hikayesi
Çok eski zamanlarda yaşayan bir kavimlerden birinin zalim mi zalim bir hükümdarı varmış. Emrinde yaşayan ve çalışan herkese zalim davranan bu hükümdar bir tek kişiye fazla zalim davranmazmış.
O da genç bir delikanlı olan sarayın sihirbazı ve şifacısıymış.
Bu delikanlıyı yaşlanmış olan eski şifacısının yanında eğitmiş ve herhangi bir sıkıntıya düştüğünde hemen bu genci çağırarak o dertten bu genç sayesinde kurtulurmuş.
Günlerden bir gün hükümdar bu sihirbaz genci yanına çağırarak “Bak delikanlı, biliyorsun seni ben yetiştirdim ve bu günlere getirdim. Sarayımda senin gibi birine her zaman ihtiyacım var bunu da biliyoruz her ikimiz de. Ama çok sevdiğim ve hürmet ettiğim yaşlı bir baba yadigarı dostum var. Uzak bir yerde yaşıyor. Uzun bir yolculuk ettikten sonra yanına varacaksın. Benim selamımı iletip hediyelerini verdikten sonra Onu tedavi edip iyileştirmeni istiyorum” der.
Sihirbaz ve şifacı olan ve işinde de oldukça mahir olan bu delikanlı yanına azık ve hediyeleri atına yükleyerek ertesi gün yola düşer.
Uzun bir yolculuğa çıkar. Günler günleri, haftalar haftaları kovalamış. Yollarda başına pek çok olay gelmiş ve birçok kişiyle tanışmış.
Yine yolda mola verdiği bir gün suyunun kalmadığını fark etmiş. Atını oraya bağlayarak su aramaya çıkmış. Etrafta kuyuya benzer hiçbir şey bulamamış. Fakat ilerde bir kulübeye benzer harabe bir ev görmüş.
Sevinçle koşmuş ve eve varınca kapının önündeki otlardan yapılmış çardak altında dinlenen yaşlı ve ak sakallı bir adamın oturduğunu görmüş.
Selam verip yanına oturmuş. Ak sakallı bu yaşlı, nur yüzlü adamın o civarın hürmet edilen bilge bir hocası olduğunu öğrenmiş. Onunla sohbet etmek çok hoşuna gitmiş.
O gün geceyi bu yaşlı adamın evinde geçirerek iyice dinlenmiş ve karnını da bir güzel doyurmuş. Olup bitenleri de bir güzel anlatıp o gece geç vakte kadar bu ihtiyarın tatlı sohbetini dinlemiş. Ertesi gün yola çıkmış ve hükümdarın bahsettiği dostuna varmış. Onu tedavi edip iyileşmesini sağlamış.
Tekrardan yoka koyulmuş. Saraya vardığında hükümdara yaşlı dostunun selamını getirmiş ve iyi olduğunu bildirmiş. Hükümdar buna çok sevinmiş. Günler böyle geçip gitmiş. Geçmesine geçmiş amma bizim sihirbaz delikanlı da eski sihirbaz değilmiş.
Saraydan arada sırada kaybolan delikanlının değişimini hükümdar da fark edip peşine adam takmış. Delikanlının evinde dinlenmiş olduğu ak sakallı alim hocanın evine ziyarete gittiğini öğrenen hükümdar deliye dönmüş.
Hemen delikanlıyı huzuruna çağırmış. Apar topar huzuruna gelen delikanlıya hiddetle bağırmış hükümdar.
“Senin Tanrın ben değil miyim? Sen yaşıyorsan benim sayemde. Ve bugünlere ben getirdim seni. Nasıl olur da benden başkasına ve başka tanrılara inanırsın” diyerek bağırıp çağırdı. “Atın bunu zindana!” diye bağırdı.
Delikanlı zindanda günlerce gözyaşları içinde tövbe etti. Allah’a yalvardı kendisini affetmesi için. Aradan günler geçti ve bekçi gelerek delikanlıyı zindandan çıkardı.
Ülkede baş gösteren salgın bir hastalıktan dolayı çaresiz kakan hükümdar delikanlıyı huzuruna çağırarak bu salgın hastalık için Ondan yardım istedi. Delikanlı bir şartla bunu kabul etti. Benim inancıma karışılmayacak, dedi. Çaresiz kabul etti hükümdar. Genç okuduğu bazı dualar ve şifa verici ayetlerle hastalığın kısa sürede ortadan kalkmasını sağladı.
Bu gence minnettar kalan ve aynı zamanda bu mucizeye şaşıran hükümdar gence art arda sorular sordu.
Ardından “Ben ne büyük yanılgı içindeymişim meğer. Allah beni de affeder mi acaba?” diye sordu gözyaşlarıyla. Saraya davet ettiği hocanın huzurunda tövbe edip kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.